Psikiyatr, yazar, şair,KEMAL SAYAR’la mülâkat
Psikiyatr, yazar, şair,KEMAL SAYAR’la mülâkat: “Toplumda düşünce anlamında söylersek kutuplaşmak iyi bir şey. Ama düşünsel kutuplaşmanın sonunda, insanlar birbirinden nefret eder hale geliyor, hakaretler ve nefret söylemleri havada uçuşuyorsa, o zaman bunu tartışmalıyız .”
Sevda Dursun - [email protected]
Siz doktor, yazabilir misiniz bir gülü yeniden alıştırabilir misiniz baharı çürüyen toprağa kabaran yağmuru yeraltına ve bir aşkı ayrılığa yakıştırabilir misiniz doktor kanatlarında hüzün ve manolya taşıyan kuşlarla konuşabilir ve trampetimi geri verebilir misiniz bana
Bu dizelerin sahibiyle, aÅŸkı, ayrılığı, hüznü, manolyayı ve hatta ilkokul yıllarımda çaldığım, fotoÄŸraflarını dahi yaktığım trampetimi konuÅŸabilirdik. KonuÅŸmalıydık belki de. Ne ki, ağız tadıyla edebiyat konuÅŸmak için, aÄŸzımızın tadını bulmaya geldik. Ruhumuzu sahte hastalıklardan arındırmak için, gerçek ÅŸifayı aramaya koyulduk. Yolumuz Psikiyatr Kemal Sayar’ın muayenehanesine düştü. Düştü dediysem, randevu aldık ve bir akÅŸamüstü misafir rolüne büründük. “Doktor” dedik, hasta mıyız biz neyiz? Var mı bir tanımı literatürde? Åžifamızı nasıl buluruz? Bize yardımcı olur musunuz? Kutuplaşıyor muÅŸuz mesela, gerçek mi bu? Neden olduk böyle, var mı bir çözüm yolu? Tüm bilgeliÄŸiyle cevap veriyor Doktor Bey; “Zararı yok, cılkını çıkarmayın yeter!” Tam olarak böyle demese de, benim anladığım bu. Gerisini okumadan nereden bileceksiniz…
“KutuplaÅŸma” kavramını çok fazla duyar olduk Doktor Bey. İçi boÅŸ bir kavram mı, yoksa gerçekten kutuplaÅŸtık mı?
İnsanların arasında, acılarda, sevinçlerde, tasalarda bir ayrışma olduğunu gözlemliyorum, evet. Ama bunun, birbirlerinin gırtlaklarına basacak, bir iç savaş çıkartacak kertede bir yoğunlukta yaşanmadığını düşünüyorum.
Hangi kertede yaşanıyor mesela?
Bazı insanlar, geçmiÅŸte sahip oldukları ayrıcalıklardan feragat etmek zorunda kaldılar. Bu da belli toplumsal kesimlerde bir öfke doÄŸurmuÅŸ olabilir. GeçmiÅŸin horlananları, bugün daha imtiyazlı statüler elde ettiler. Bu da onların geçmiÅŸe kıyasla daha nobran davranmalarına yol açıyor olabilir. Sürtüşmeler olacaktır. Bunu doÄŸal bir süreç olarak ele almamız gerektiÄŸini düşünüyorum. “Eskiden tek kutuplu bir Türkiye vardı. Åžimdi yeni bir kutup ortaya çıktı. O yüzden bu çatışma oluyor” tezini de çok inandırıcı bulmuyorum. Sosyal kutuplaÅŸma, insanların ruhen birbirinin çok uzağına düşmesini anlatıyor. Ä°nsanların birbirlerinin ölümüne “oh” olsun diyebildiÄŸi Türkiye’de, birbirlerinin acısına sevinerek bakabildikleri bir Türkiye’de, ciddi bir ötekileÅŸtirme faaliyeti var demektir. Bu özellikle bizim dikkatimize sosyal medyada daha çok geliyor. Çünkü orada insanlar fikirlerini daha uç biçimde ifade ediyor.
Sosyal medya kutuplaşmayı tetikliyor diyebilir miyiz?
Sosyal medya, insanların öfkelerini, heyecanlarını, katmerlendirerek aktardıkları bir mecra. Çünkü sosyal medyada yazdığımız her şey bir performanstır. Başkalarının önünde ve başkalarının bizi seyrettiği bilinciyle bunu yapıyoruz. Dolayısıyla da daha sakin ifade edebileceğimiz pek çok düşünceyi, daha ateşi harlanmış bir şekilde ifade edebiliyoruz. Türkiye toplumunda bizim genel toplumsal barışımızı bozacak ölçüde bir kutuplaşma olduğuna inanmıyorum. Fakat insanların birbirinin dünyasına giderek sağırlaştıkları, kimsenin ötekini dinlemek yönünde bir çabasının olmadığını görüyorum.
Bunun bir ilacı var mı?
Bunun ilacı, artık bu gettolardan çıkmak ve herkesin, ötekinin mahallesine uğraması, ötekinin hikayesini, derdini, sesini, rengini içine alacak cesareti gösterebilmesi. Bazen çok nazenin bir insan, günlük hayatta oturup sohbet edebileceğiniz bir insan, bir bakıyorsunuz, sosyal medyada aslan kesilmiş, kılıcıyla herkesi doğruyor. Bir partiye oy veren insanlara hakaret ediyor. İnsanları yaptıkları tercihinden dolayı çeşitli aşağılayıcı kategorilere mahkum ediyor. Bütün bunların, insan hikayelerine daha fazla sokulmakla, birbirimizi dinlemekle, birbirimizi anlamaya gayret etmekle çözümlenebilecek, geçici sorunlar olduğunu düşünüyorum. Gelin tanış olalım diyor ya Yunus, tanış olmak önyargıların panzehiridir. Ama hiç kimsenin bu ülkede kendini sesi kısılmış, kendisini yeterince ifade ve hikaye edememiş hissetmemesi gerekiyor.
Bunu nasıl sağlayacağız peki?
Bunu sağlayacak olan, adil bir hakem olarak devlettir. Yani şu veya bu görüşe mensup olduğu için, insanlar kendilerini sessizleştirilmiş, susturulmuş hissediyorlarsa, devlet adil bir hakem olarak onların da kendilerini ifade etmelerine imkan tanımalı. Sivil toplum güçlenmeli, sivil toplumda her türlü ses, her türlü renk ve hikaye hakkaniyetli bir şekilde temsil edilebilmeli.
Kendimizi ifade edemiyoruz demek şımarıklık mı?
“Kendimizi ifade edemiyoruz, özgür deÄŸiliz vs.” serzeniÅŸleri gerçek bir durum mu, yoksa bazılarının dediÄŸi gibi şımarıkça bir tutum mu? Devlet ne yapmalı burada?
Ben devletin her türlü serzeniÅŸi dikkate alması gerektiÄŸini düşünüyorum. Size göre şımarıklık olan ÅŸey, ötekine göre hak talebi olabilir. Bizim genel olarak toplumsal siyasi atmosferimizde, “haklı olan sadece benim, karşı taraf bütünüyle haksız” düşüncesi hakim. Bu, tekçi bir düşünce. Bu, hakikati mülk edinen bir tarz. Bense hakikatin parçalı olabileceÄŸini söylüyorum. Benim hakikatim de tam manasıyla gerçekliÄŸi temsil etmiyor olabilir, onun hakikati de gerçekliÄŸi tam manasıyla temsil etmiyor olabilir. Biraz o haklıdır, biraz ben haklıyımdır. “Puslu mantık” dedikleri ÅŸey budur.
“Puslu Mantık”ı biraz açabilir misiniz?
Hayatta hiçbir şey, aklar ve karalar üzerine kurulu olamaz. Dolayısıyla, şikayet eden, serzenişte bulunan her türlü toplumsal odağın, her türlü kimlik adacığının talebini duymak zorundayız. Duyarlı insanlar olarak, merhametli insanlar olarak duymak zorundayız. Adil bir devlet olarak duymak zorundasınız. Günümüzün çok kültürlü, giderek kültürlerin birbirleriyle tanıştığı, yer yer sürtüştüğü, ahlaki çatışma noktalarının çıktığı dünyasında, insanların en temel talebi, haysiyet talebidir. Tanınma, insanlıklarının geçerlenmesi talebidir.
İnsan olarak geçerlenmediklerini düşünen insanlar mı var?
Bu insanlara siz, “GeçmiÅŸte sahip olduÄŸunuz bazı hakları kaybettiniz, o yüzden şımarıklık yapıp tatava çıkarıyorsunuz” dediÄŸiniz anda, o insanların insan olarak meÅŸruiyetini azaltmış olursunuz. Ve geçmiÅŸteki otokratik tavırların aynısını yapmış oluyorsunuz. Daha adil, daha demokratik bir devlet olunacaksa, artık geçmiÅŸin Türkiye’sinin bildik ezberlerinin dışına çıkılması lazım. Bunun için de sohbet kültürünü, konuÅŸma kültürünü, baÅŸka insanların feryatlarını içine alma ve onu kendi içinde sindirip oradan bir çözüm üretme kültürünü getirmesi lazım devletin. Sivil toplumun da daha görünür hale gelmesi, her mahalleden sivil toplum kuruluÅŸunun kol kola ülkenin esenliÄŸi için çalışması gerek. Birlikte bir iÅŸe niyetlenen, bir iÅŸi birlikte eyleyen insanlar arasında önyargılar erir gider.
“Hangi hakkınız elinizden alındı? Neyi yapamıyorsunuz?” diye sorduÄŸumuzda, bir cevap alamıyoruz. “Belli ayrıcalıkları elinden alındı” demekle neyi kastettiniz?
Türkiye, geçmiÅŸin taassup ve istibdat dönemlerini aÅŸarak normalleÅŸiyor. NormalleÅŸmenin göstergelerinden bir tanesi de, insan sermayemizi daha adaletli ve hakkaniyetli kullanabilmektir. Türkiye’yi yüzde elli ile yöneten bir parti, devleti yönetirken, Türkiye’nin kalan yüzde ellisinden de insan alabilmeli içine. Onların taleplerini de, kendisine oy veren yüzde ellinin taleplerini duyduÄŸu canlılıkta duyabilmeli. Onların “Benim mahalle mektebimi Ä°mam Hatip yapmayın” diye bir feryadı varsa, bunu dikkate almalı. Veya “Ben sizden farklı düşünüyorum, ama ülkesini seven bir yurttaşım, dürüstüm, namusluyum, beni de bürokraside istihdam edebilirsiniz” talebini dikkate almalı. Bunlar çok basit problemler, iyi niyetle, çatışmacı ortamı terk etmekle halledilebilecek ÅŸeyler.
Çatışmacı ortam derken…
Bugünkü siyasal iktidara oy vermiÅŸ insanların, artık savaÅŸ psikolojilerinden çıkmaları lazım. Bir grup insanda hep ‘siz öyle olduÄŸunuz için biz de böyle davranıyoruz’ tarzı bir tepkisellik görüyorum. Siz oyun kurucu olmalısınız. Öz güven, sizin dünyaya bakışınızdan kaynaklanacak özgün bir silkiniÅŸ, bir diriliÅŸ, ufuk veya hamle getirebilmeniz demektir. Yani oyunun kurallarını sizin daha adil bir biçimde kurarak, yeniden bir hikayeyi baÅŸlatabilmeniz demektir.
AK Parti iktidarından önce belli kesimler bir kutup bile değildi. Tek kutuplu, sorunsuz yaşıyormuşuz gibi bir izlenim vardı. Şimdi bu kutupların da sesleri çıkmaya başladı. Bu anlamda kutuplaşma kötü bir şey mi?
Toplumda düşünce mihrakı anlamında söylersek çok kutbun olması iyi bir ÅŸey, ama düşünsel kutuplaÅŸmanın sonunda, insanlar birbirinden nefret eder hale geliyor, hakaretler ve nefret söylemleri havada uçuÅŸuyorsa, o zaman bunu tartışmalıyız. Gergin toplumsal tartışmaların içinden geçtik ve bence her birimiz oturup daha adaletli ve güzel bir Türkiye’yi nasıl kuracağız bunu düşünmeliyiz. Bugün mesele köprüler kurmaktır. Bugünkü siyasal iktidarın, bastırılmış kimliklerin canlanması ve kendini ifade eder hale gelmesinden övünç duyması gerekir.
GeçmiÅŸteki istibdat dönemi insanların davranış ve tutumlarına zemin teÅŸkil edecek bir örnek olamaz. Daha büyük hedefler belirlenmeli bu yeni dönemde. Biz o savaÅŸ psikolojisinde kaldığımız zaman, Türkiye’nin bir ve bütün olarak, ortak hedefler etrafında kenetlenmesi mümkün olmuyor.
Ortak hedeflere kenetlenmek mi? O nasıl olacak?
İnsanlar bir şeyleri beraber yaparken birbirlerini tanıyabilirler. Biz, gerçek niyetlerimizi, ne olduğumuzu, bir hikayemiz olduğunu, aynı dertlere sevinip üzüldüğümüzü, birbirimizi tanıyarak öğreniriz. İşte bu geçişliliğin artması lazım. İnsanların birbirini daha çok tanıması ve birbiriyle daha çok hemhal olması lazım. Ben bugün bakıyorum basına, herkes birbirinin köşe yazısını eleştiriyor. Kimse bir tane kitap okuyup, özgün bir kitaptan ilham alarak bir şey söylemiyor. Sürekli birbirini negatif besleyen bir gazetecilik söz konusu. Bunun bir değeri yok ki. Onun haksız olduğunu gösterdiğin zaman, senin davanın haklı olduğu ortaya çıkmış olmaz ki. Başkasının kusurları bizi aziz kılmaz.
“Geçenlerde bir ÅŸey okudum. Diyor ki yazar, ‘Ä°ntikam duygusu, insan çaresizken hissettiÄŸi bir ÅŸeydir. Ä°nsan güçlüyken intikam almak istemez.’ Çünkü o arzu artık sönmüştür. Bidon kafalı, göbeÄŸini kaşıyan adam ve benzeri sıfatlarla hakir görülen insanlar, bana göre bir araya geldikleri zaman çok büyük bir bilgelik gösteriyor.”
Gazeteciler de daha çok okunmak için kendi kitlesini konsolide etmek istiyor, yanlış mı?
Yani maalesef, basında da bir sığlaÅŸma var, fikir hayatımızda da bir sığlaÅŸma var ve biz teorik kavramlar üzerinden, ortak bir toplum kurma üzerinden bir konuÅŸma geliÅŸtiremiyoruz. Bir itiÅŸip kakışma yaşıyoruz. Ben bunu kiÅŸisel olarak çok verimsiz buluyorum. Farklı gördüğüm insanları hep dinleme eÄŸiliminde olmuÅŸumdur. Mevcut siyasal iktidarı beÄŸenmeyen insan benim ilgimi daha çok çekiyor. Neden beÄŸenmiyor? HoÅŸnutsuzluÄŸunun rasyonel bir temeli var mı? Bazen çünkü insanlar çok yanlış algılarla da husumet duyabiliyorlar. Bir danışanım anlatmıştı; “Ä°ki hanım sahilde plaj kıyafetlerimizle güneÅŸleniyoruz. Karşımda o gün tanıştığım, yaşça benden büyük olan kiÅŸi bana, mevcut siyasi dönemde, hepimizin kapanmak zorunda olacağı, zorla kapatılacağımızdan ÅŸikayet ediyor. Ä°kimiz de plaj kıyafetleriyleyiz o sırada. Bana çok garip gelmiÅŸti o ÅŸikayet” demiÅŸti. Bu hanımefendi niçin böyle bir baskıya uÄŸrayacağını düşünüyor? Yersiz ve saçma bile olsa, o algıları anlamak ve ona cevap vermek zorunda olan, o insanların endiÅŸelerini yatıştırması gereken yine iktidarda olan siyasi partidir.
13 senedir yatışsınlar artık bir zahmet...
Ä°nsanları algılar, kaygı ve korkular idare eder. ‘Ä°nsan birkaç damla kan ve binlerce endiÅŸe’ diyor Sadi. Ä°nsan deÄŸer ve anlam üreten, o anlam ve deÄŸer etrafında bir iç dünya inÅŸa edebilen bir varlık. Bazen insanlar bu korkuları çoÄŸaltırlar. Bazen, bazı odaklar bu korkuları çoÄŸaltır. Bu korkular üzerinden kitleleri yönetmek isteyebilirler. Ama devletin atacağı adımlarla, siyasi ortamın göstereceÄŸi hamlelerle bu algıları kırabilecek bir esnekliÄŸin de olması gerektiÄŸini söylüyorum. Bu algılar doÄŸrudur, yanlıştır o ayrı. Ama bu algılar sadece insanların mücadele edebileceÄŸi ÅŸeyler deÄŸildir. Türkiye siyasetindeki temel meselenin, güdüleyici unsurun artık bu korkular olmadığını düşünüyorum. Kimse gerçekte totaliter bir düzenin yaklaÅŸmakta olduÄŸunu düşünmüyor, zira gündelik hayatta ciddi bir kırılma yok. Herkes iÅŸinde gücünde.
Temel mesele ne peki?
Temel mesele memleket meselesidir. İnsanımız Kasım ayında vatanın ne kadar aziz olduğunu ve memleketin en esaslı mesele olduğunu, vatansız kalmak istemediğini büyük bir bilgelikle gösterdi. Bazı insanlar, haydi diyelim endişeli modernler, hak ve özgürlükler ekseninde bir eleştiri getiriyor. Adaletin bir ayağı haklar meselesidir, diğer ayağı sorumluluktur. Merhametsiz adalet olmaz. Bu eleştirinin haksız tarafları çok bile olsa, dikkate alınması ve bu yönde fikir yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum ben.
“Politik insanın yükseliÅŸi” Bu kutuplaÅŸmanın bireye yansıması nasıl oluyor peki?
Ä°nsanlar siyaset konuÅŸmak istiyor. Çünkü siyaset onları birinci derecede etkileyen bir problem haline geliyor. Ben buna “homo politikusun yükseliÅŸi” diyorum. Yani politik insanın yükseliÅŸi. Herkes politikanın kenarından köşesinden ilgilenmeye baÅŸlıyor ve politikayı yaÅŸamsal önemde bir ÅŸey olarak algılamaya baÅŸlıyor. Åžu liderin gitmesi veya bu liderin gelmesi, onun için hayat memat meselesi haline geliyor. Kimse daha derin, felsefi düzlemde politikayla ilgilenmiyor. Basit bir taraftarlık psikolojisi içinde kendine varoluÅŸ alanı tanıyor. Ve bu da bizim hayatımızı çok fakirleÅŸtiriyor. Politikanın hayatımızdaki ağırlığının ve varoluÅŸumuzun hepsini kaplayan o geniÅŸliÄŸinin seyreltilmesi lazım. Bizler hayatlarımızda politik tutumlarımızdan ayrı da var olabilmeliyiz. Yani A partisini destekleyen bir insanla B partisini destekleyen bir insan, bazı hassasiyetlerde bir araya gelebilmeli. Suriyeli dram içindeki bir mülteciye bakarken, ikimizin de yürekleri daÄŸlanabilmeli. Onun için ikimiz de bir ÅŸeyler yapmak istemeliyiz.
İnsanlar kendilerini nasıl hissediyor? Hastalarınızda bir artış var mı mesela?
Ä°nsanlar huzursuz, gergin, patlamaya hazır. GeçtiÄŸimiz günlerde bir tane danışanım “Ä°nsan nasıl kendini iyi hissedebilir ki bu ülkede?” diye söze baÅŸladı. Halbuki demokrasi, yenilgiyi hazmedebilmektir. Bu bizim demokrasi kültürümüzün de eksik olduÄŸunu gösteriyor. Demokrasi, yenilgi duygusunu kabullenebilmek, ama oradan asla bir vazgeçmiÅŸlik üretmemektir. Çalışmaya, canlılığa devam etmektir. Çünkü demokrasi, sadece bir görüşün baskın olması deÄŸildir. Onu denetleyen, ona çeki düzen veren baÅŸka seslerin de olduÄŸu bir düzendir. O sesler olmazsa, bu görüşün tek başına bir anlamı yok. Ä°nsanlar maalesef kendi içlerinde küçük diktatörlere dönüşüyorlar. Çok kolay asıp kesiyorlar. Bunun çok sakat bir politik düşünce olduÄŸunu düşünüyorum. Politika daha derin olmalı.
Politika nasıl olmalı sizce?
Politika rasyonel bir edim olmalı ve ardında bir düşünsel derinlik barındırmalı. Sadece duygusal ihtiyaçlara karşılık geldiÄŸi zaman, oradan sadece öfke doÄŸuyor. “Muhalefet partisi bir öneri getirdi, ben onu desteklemiyorum, ama bu öneri iyi” diyebilmeli. “Benim tuttuÄŸum iktidar partisi ÅŸu konuda çok yanlış yaptı. Ä°stanbul’da çok fazla gökdelen yaptı. Ä°stanbul’un silueti bozuluyor” gibi bir dizi eleÅŸtiri dile getirebilmeli. Bütün bunlar açılıkla gazetelerde yazılabilmeli. Fikir hayatındaki cansızlık, medyada da kendini bir fikir cansızlığı ÅŸeklinde gösteriyor. Ä°tiÅŸip kakışma ortaya çıkıyor. Biz, adalet neyi gösteriyorsa, onun tarafında olmalıyız. Genel olarak adalete, hakkaniyete, merhamete, empatiye yaslanmayan siyasi tavırları eleÅŸtirebilmeli ve mahrecine bakmaksızın bu yöndeki olumlu tavırları da alkışlayabilmeliyiz. Benim siyasetten anladığım bu.
Şöyle de bir ÅŸey var, Cumhuriyet tarihinden beri ötekileÅŸtirilen, bidon kafalı, göbeÄŸini kaşıyan adam diyerek hakarete uÄŸrayan kesim, “Yeter artık, hep biz kucak açtık. Biraz da siz kucak açın” demeye baÅŸladı. Kendilerini makbul vatandaÅŸ görenlerin kucaklama kültürü yok mu hiç? Nasıl kucaklaÅŸacağız?
KucaklaÅŸma bence doÄŸal bir sosyal süreçtir. Burada niyet beyanı önemli. Ben seninle lüzumsuz bir çatışma içine girmek istemiyorum. Seni bu toplumun zenginliÄŸi, teklifi olarak algılıyorum. Seni dinlemeye hazırım. Seninle çalışmaya hazırım dediÄŸiniz anda zaten kucak açmış olursunuz. Geçenlerde bir ÅŸey okudum. Diyor ki yazar, “Ä°ntikam duygusu, insan çaresizken hissettiÄŸi bir ÅŸeydir. Ä°nsan güçlüyken intikam almak istemez.” Çünkü o arzu artık sönmüştür. Bidon kafalı, göbeÄŸini kaşıyan adam ve benzeri sıfatlarla hakir görülen insanlar, bana göre bir araya geldikleri zaman çok büyük bir bilgelik gösteriyorlar. Türkiye’nin genel seçimleri, bu kalabalığın gösterdiÄŸi bilgeliÄŸin sayısız örnekleriyle dolu. Kaç tane siyasi parti tarihe gömülmüştür. BeÄŸenilmeyen ÅŸeyler kulak çekmeyle gösterilmiÅŸtir.
‘Bizim bilge insanımız, bilgeliÄŸini gösterdi’ 1 Kasım seçimleri de bu bilgeliÄŸin bir göstergesi olabilir mi?
Kesinlikle… Son seçimlerde de bence, bizim bilge insanımız, elde kalan son vatanı korumak için büyük bir refleks göstermiÅŸtir. Bu, parti programlarını, söylemlerini aÅŸan çok büyük bir duygusal dalgadır. Benim okumam böyle. Hiç kimse böyle olacağını beklemiyordu. Burada insanlar, bir kitle olarak, “Burası bizim vatanımız. Bunu kaybetmek istemiyoruz. Aşımızı, iÅŸimizi, güvenliÄŸimizi kaybetmek istemiyoruz” diyerek, büyük bir refleksle siyaseti baÅŸtan aÅŸağı tanzim etmiÅŸtir. Yarın eÄŸer vaatler tutulmaz, demokratik kurumlar iyi iÅŸletilmez, hallerinden memnun olmaz ve buranın vatanlığı ile ilgili yeniden bir şüpheye kapılırlarsa, o dalga baÅŸka ÅŸekillerde de gösterebilir kendini. Türkiye bence bu seçimlerden sonra, hiç olmadığı kadar uzlaÅŸmaya yakındır. Hepimizin, yozlaÅŸmadan uzlaÅŸmak üzerine daha fazla fikir üretmesi lazım.
Uzlaşmadan olmaz mı diyorsunuz?
Hayır, uzlaÅŸmak zorunda deÄŸiliz. Ama birbirimizi dinlemek zorundayız. Birbirimizi anlamaya çalışmak zorundayız. Bu, karşılıklı olarak birbirimizle dalga geçerek, karikatürize ederek olamayacak bir ÅŸey. Daha fazla çaba isteyen bir ÅŸey. Tribünlere oynamayı bırakmayı gerektiren bir ÅŸey. Ben, Türkiye’nin önümüzdeki dört senedeki en büyük meselelerinden bir tanesinin, konuÅŸma ahlakını tahkim etmek olduÄŸunu düşünüyorum.
Bununla ilgili önerileriniz var mı?
Bence siyasi aktörler ÅŸu anda çok mütevazi davranıyor. Asıl hareketlilik ve tezahürat medyada. “Vur vur!” sesleri daha çok medyadan geliyor. Dövüşten medet uman bir medyanın Türkiye’ye hayırlı olacağını düşünmüyorum. Hepimizin Mekke’nin fethine giderken Peygamber Efendimizin söylediklerini aklımızda tutması gerekir. Ä°ntikam çığlıkları atan pek çok insan vardı orduda, Mekke’nin alınacağı belliydi. Ordu bir yerden geçerken, Peygamber Efendimiz bir köpek ve üç yavrusunu gördü. O üç yavrunun doyurulup emniyet altına alınmasını emretti. Bir sahabeyi ordu geçene kadar onunla ilgili görevlendirdi. Biraz ilerledikten sonra insanlara onunla ilgili; “Yerdekilere merhamet etmezseniz, gökteki size merhamet etmez” dedi. Bu mesajı alan sahabe, Mekke’ye hiç kan dökmeden, gönülleri de fethederek girmiÅŸti. Bizim bütün meselemiz artık “gönüllerin fethi” olmalı. Ä°nsanların birbiriyle konuÅŸarak, birbirlerine sokularak, birbirlerinin hikayelerinde ısınarak da var olabileceÄŸini fark etmeli.
Bizi konuşmak mı kurtarır diyorsunuz?
Karşılıklı birbirimizi dinleyelim. Tanış olalım. Türkiye’nin normalleÅŸmesi, toplumsal sınıfların birbirinin içine girmesiyle olacak. Ön yargı dediÄŸimiz ÅŸey, ruhsal temasla azalan bir ÅŸeydir. Ne kadar birbirimize sokulursak, o kadar insan olduÄŸumuzu fark ederiz. O yüzden konuÅŸalım. KonuÅŸmaktan zarar gelmez. KonuÅŸmak bizi kurtarmasa bile, kurtulacağımız bir formülü yine konuÅŸarak buluruz.
Alıntı - Diriliş Postası
Henüz yorum yapılmamış.